HAİKU'DA
ROMAN / POSTACININ AŞKI
Sert bir
kayaya / Çarpan su gibi / Kendine döner zaman
Bir aydınlanma (Satori) şiiri
olan Haiku, Japon edebiyatının en kısa
şiir türüdür. Oruç Aruoba Haiku için: “…şiir
özellikleri taşıyan bir düzyazı; düzyazı özellikleriyle yazılmış bir şiir.”
diyor. Az sözcükle, yüklü anlam ve etkiyi yakalama çabası olan olan Haiku, “5-7-5”
hecelik üç dizeden ibaret. Ruhunda “Mevsim İzleği” taşımanın yanı sıra
yapısındaki “Kesme Kuralı”yla da (Bir ya da ikinci dize sonunda) şiiri iki bölüme
ayırarak okuyucuyu, imgeleminde birbirinden ayrılan dizeleri ilişkilendirmeye
zorlar. Bu kuralla ikiye ayrılan şiirde ilk bölüm, ikinci bölümün, ikinci bölüm
de ilk bölümün algılanmasına katkıda bulunur. İmgesel uzaklık bakımından
birbirlerine pek yakın olmayan bu iki düşünce arasındaki şiirsel çağrıyı
sezmek, anlamak, Haiku’nun özüdür. Sözünü ettiğim diğer önemli öge, Haiku’da bulunması
gereken Mevsim İzleği! (Kidai) Şiirin kurgulandığı mevsimi işaret eden sözcük. (Kigo)
Örnekle Kelebek, baharı; sivrisinek, yaz gününü imler… Zen Budizm ruhuyla yoğrulan
Haiku, dünyanın anlamını, şiirin yalın düzeni içine sığdırmaya, küçük şeylerde
saklı umutları açığa vurmaya ve tüm nesnelerin birbiriyle ilişki içinde
olduğunu göstermeye çalışır.
Kanadalı yazar
Denis Theriault, Altın Kitaplar Yayınları’nca yayımlanan Postacının Aşkı
romanında: “Görsel sembollerle fonetiği
birleştiren Japon harfleri Haiku’nun derinliğine derinlik katar.” diyerek
bizleri, o üç dizelik yapısıyla bir buz dağı da olan Haiku’nun derin sularına
çekiyor. “Üç” dizeyi çağrıştıran üç kahramanı ve Haiku teması ile bir tür Haiku
okuması da olan romanda Bilodo, kendini işine adamış bir postacıdır. Öğle tatillerinde
yemek yediği lokantada yemek sonrası, zamanını, iş arkadaşlarının alaycı
şakalaşmaları arasında Kaligrafi çalışmaları yaparak geçirir. Bu örnek
postacıyı beğeniyle izleyen tek kişiyse ona tutkun olan, lokantanın garsonu
genç kız Tania. Bilodo’nun kötü bir alışkanlığı vardır. Romana konu olan bu
kötü alışkanlığı, e-posta çağında boğulduğu ruhsuz evraklar arasında
karşılaştığı kişisel mektupları, geciktirmeden sahiplerine iletmesi gerekirken,
mektupları bekletmesi, dahası onları buharla açıp okumasıdır! Bu okumalar sırasında
Bilodo, açtığı bir mektupta, Japon kültürünün bir parçası olan Mekan ve Zaman
Aralığı’nı da biçeminde taşıyan üç kısa satırlı yazılarla karşılaşır. Mahallesinde
yaşayan garip giyimli, garip tavırlı, gizemli entelektüele ait bu mektup,
Guadeloupelu bir kadından gelmektedir. İlgi çekici olansa, bu kadından gelen
mektuplar açıldıkça, zarflardan çıkan o devasa mektup kâğıtlarının
her seferinde yalnızca üç kısa satırlı yazılar içermesi! Bunlar, çok sonra, bir
öğle tatilinde okuyacağı gazeteden tesadüfen öğreneceği Japon Haiku türü
şiirlerdir.
Fransız
denemeci, eleştirmen, göstergebilimci Roland Barthes’da: “Şimdiyi not ederek
Romana geçmek” için Haiku’yla ilgilenir. Barthes, bir başka yazı konusu
olabilecek “Romanın Hazırlanışı” adlı kitabında, Japon edebiyat tarihinde filiz
veren “Haiku” türü şiiri: “Hoşa gitmenin apaçıklığı, nedenini söyleyememe,
büyülenme, hiçbir şey söyleyememe” gibi tanımlarla açıklar. Kısa, son derece
açık olduğunun altını çizerken de: “Söylemenin ve söylenmiş olanın bir tür anlık,
geçici ve göz kamaştırıcı uyumudur; karanlıkta ansızın çakılan kibritler…”
diyecektir. İşte tam da bu ruh haliyle Bilodo, Haiku’da
ikiye bölünen dizelerin, birbirlerine hafifçe dokunuşlarının erotik bölgesinde önce,
için için Guadelouplu kadından gelen bu mektupları
beklemenin heyecanını duyumsar ve zamanla bu heyecan, mektupların sahibi kadına,
Segolene’ye yönelir ve ona aşık olur. Segolene’in yazdığı bu kısa satırlı
yazılar insan ruhuna yerleşiyor ve sonsuza dek yankılanıyordu. Şigehisa Kuriyama, yazdığı bir Haiku makalesinde
başarılı bir Haiku için: “basit şeylerin çekiciliğini, derin anlamlarını açığa
çıkararak içimizde hayranlık ve yenilenme duyguları uyandırır.” diyor. Aydınlanışı
(Satori) duyumsamak için Haiku’yu bir değil, iki, üç hatta üçten fazla
yinelemelerle okumak gerekiyor. Bu yinelemelerle, bir an derininizde duyumsayacağınız
yankılanış aydınlanıştır. (Satori) Hepsi bu! Haiku,’bir şey demek istemez’
noktasında içinizde sonsuz yankılanacaktır.
Bilodo, platonik aşkı Segolene’den
gelen ve o devasa mektup kâğıtlarında yazılı üç satırlık
kısa yazılarla, bir gün, öğle tatilinde okuduğu gazetenin birinde karşılaşır ve
onların bir Haiku şiir olduğunu öğrenir. Bilodo soluğu kütüphanede alır ve
Segolene’le arasında bağ oluşturan Haiku’nun derinliklerine dalar. Haiku’yla
ilgili ne kadar yazı varsa onları Segolene’ye duyduğu aşkla, açlıkla okur… Ve bir
gün, buharla açtığı mektupla gelen Segolene’nin resmiyle de ona duyduğu aşk,
yüreğinde iyice dağlanır. (…) Bilodo, mektubun sahibi o gizemli entelektüeli
artık kendine rakip görmeye başlamıştır. Ancak günün birinde, gizemli
entelektüel, Bilodo’nun gözleri önünde bir kaza sonucu ölecek ve Segolene’le
Bilodo arasındaki bağ tamamen kopacaktı! Bu
durum, Haiku’nun Kesme Kuralı’nı anımsatıyordu. Şiiri iki bölüme ayırarak
okuyucuyu imgeleminde birbirinden ayrılan dizeleri ilişkilendirmeye zorlayan
kural. Bu kural, ikiye ayrılan şiirde ilk bölüm ikinci bölümün, ikinci bölüm de
ilk bölümün algılanmasına katkıda bulunur. İmgesel uzaklık bakımından
birbirlerine pek yakın olmayan bu iki düşünce arasındaki şiirsel çağrıyı
sezmek, anlamak: Haiku’nun özüdür. Segolene’in Bilodo’dan habersiz olması,
Bilodo’nun yarattığı Haiku özlü aşkı zorluyordu. Bir yolunu bulup Haiku’nun Kesme Kuralı’nda olduğu gibi
onunla bağ kurmalı, uzaktan uzağa olan bu aşkı yeniden kendi dünyasındaki
Haiku’ya çevirmeliydi. Coşkun Yerli’nin
çevirisiyle Şigehisa Kuriyama, yine “Haiku Yazmak” başlıklı yazısında: “Haiku
dünyasında görünüm, insanlar eşyalar ve olaylar, yalnızca doğanın gelip geçen
akışındaki ritimle algılanabilir, anlamlarına kavuşabilir.” diyor. Kendini
olayların akışına bırakan Bilodo önce, gizemli entelektüelin evine gizlice
girerek onu, dünyasını, Segolene ile kurduğu bağı anlamasını sağlayacak izlerin
peşine düşer. Dahası kısa süre sonra, ölen rakibine mobilyalı kiralanmış olan
bu daireyi, kendi dairesi olduğu halde, Segolene’le yazışmalarında bütünleşmek
adına kiralar. Dairede Segolene’le ilgili her şey ama her şey vardır. Kadının
parfümünün de sindiği mektuplar, Haiku’lar, resimler, Japon yaşam tarzında yer
alan Kimono gibi giysiler, Bambu’dan yapılmış eşyalar… Bilodo artık, gizemli
entelektüelin yaşadığı yerde yaşayarak onun kıyafetlerini giyiyor; kaligrafi
yeteneğiyle onun el yazısıyla bütünleşiyor ve Segolene ile yeniden bir Haiku
aşkı, mektuplaşmasını başlatıyordu. Tıpkı iyi bir Haiku için olması gerekenler
gibi! Çevirisini yine Coşkun Yerli’nin
yaptığı Kuzeye Giden İnce Yol (Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabında Haiku ustası
Başo, iyi bir Haiku için: “En önemli şey, doğru anlayıştır. Anladığımızı,
gündelik yaşantımıza yöneltip, güzelliğin gerçeğini orda aramaktır. Yaptığımız
şeyle, şiir demek olan sonsuz benliğimizin mutlaka bir ilişkisi vardır. Çam
ağacını öğrenmek istiyorsanız çam ağacına, bambuyu öğrenmek istiyorsanız
bambuya gidin. Ve bunu böyle yaparken kendi kanılarınızı bir kenara
bırakmalısınız. Yoksa kendi kendinizi koşullandırır ve öğrenemezsiniz. Konunuz
ve siz bir olduğunuz zaman şiiriniz de kendiliğinden oluşacaktır. Yani,
konunuzda gizli pırıltılar ararken derin derin daldığınız bir zaman! Şiiriniz
ne denli güzel söylenmiş olursa olsun, duygularınız doğal değilse -konunuz ve
siz ayrı düşünüyorsanız- şiiriniz gerçek şiir değil, yapmacık olacaktır!” diyor. Bilodo,
Başo’nun öğütlerini dinliyor gibiydi. O artık Bilodo değil, Başo’nun dediği: “Çam ağacını öğrenmek istiyorsanız çam
ağacına, bambuyu öğrenmek istiyorsanız bambuya gidin” anlayışıyla, o
gizemli entelektüelin kimonosuyla, ruhuyla, yapısıyla bütünleşmişti. Hangisinin
gerçek entelektüel olduğu, hangisinin Bilodo olduğu karışmıştı. Bu da ona, Haiku’daki “Renga” şiir zincirini
anımsatıyordu: Ruh birliğini önceleyen, pek çok şairin kotardığı uzun soluklu Renga
şiirde hangi dizenin hangi şaire ait olduğunun bilinememesi; Öz’de, Bir’de, Tek’te ruh birliğinin oluşması!
Bilodo artık, gizemli entelektüelin ölümüyle mektupları açan konumdan, bütünleştiği
o ruhla mektuplaşmayı sürdüren ruha evrilmişti. Sonunda Segolene’ye, almaya
alışık olmadığı, “5-7-5-7-7” beş dizeli
“Tanka” türü şiirle (Bu tür: Aşk, yalnızlık, ölüm gibi soylu temaları işlerdi.)
aşkını ilan eder ve yolun hemen karşısındaki posta kutusuna aşkını taşıyan zarfı
atıverir. Sancılı bekleyişin sonunda Segolene, hiç karşılaşmadığı, mektubunu
aldığını sandığı o gizemli entelektüelin aşkına cevap vermekle kalmaz en kısa
sürede Kanada’ya onu görmeye geleceğinin de müjdesini verir. Bu Bilodo için bir
yıkımdır! Sırrı, Haiku’daki o aydınlanma
(Satori) ânı gibi ortaya çıkmak üzeredir.
Ölmek ister; başaramaz. Ne yapacağını bilemeyen Bilodo, günler geçtikçe kendi
içine gömülür, yemeden içmeden kesilir. Bir gün umutsuzca baktığı boy aynasında,
saçı sakalı birbirine karışmış, garip kıyafetiyle o gizemli entelektüeli görür.
Başo’nun iyi bir Haiku için Öz’e dönüş
önerisini tamamlamış, artık Segolene’nin mektuplaştığı, aşkını kabul ettiği
o gizemli entelektüel Gaston Grandpre oluvermişti. Segolene, Guadeloupe’tan
çıkıp yanına koştuğu adamın gerçek Grandpre olmadığını anlayamayacaktı. Bilodo’nun tek taraflı aşkı Haiku’da erimiş,
Renga şiire evrilmişti. O, Segelone’nin resimlerden tanıdığı saçı sakalı
karmakarışık Grandpre’ydi. (Oysa Grandpre yıllar önce, Segolene’ye göndereceği
zarfı postacı Bilodo’ya yetiştirmek için,
yağmurun, fırtınanın günü teslim aldığı bir anda aceleyle yolun karşısına
geçerken araba altında kalarak can vermişti!) Bilodo madem ki Grandpre’ydi,
Segolene’ye bir mektup daha, onu heyecanla beklediğini hissettirecek: ”Sonbahar
uç / Bütün ihtişamıyla / Seni bekliyor” Haiku’sunu yazar. Dışarda yağmur,
fırtına damlardan saçaklardan dökülürken Segolene’ye kavuşma heyecanını da
taşıyan mektubu, yolun karşısındaki posta kutusuna ulaştırmak için sokağa
fırlar. (…) Bilodo, yürekleri parçalayan bir korna sesiyle yanı başında durmuş
ona bakan kendisiyle karşılaşır. Zen
Budizm’le yoğrulan Haiku gibi Enso çemberini: Döngüyü, kişinin kaçınılmaz
olarak başlangıç noktasına dönüşünü yaşıyordu. Tıpkı yıllar önce, elinde zarf yerde yatan Grandpre gibi!
Sert bir
kayaya / Çarpan su gibi / Kendine döner zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder