İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Viyolonsel Sanatçısı olan Cem’in, Susmanın Ötesi adlı Haiku tadındaki dosyası 2003 Arkadaş Z. Özger Şiir Yarışması’nda finale kalarak “Anılmaya Değer Dosya” olarak kitaplaştı. Sina Akyol ve Coşkun Yerli ile "İnsan Halleri"ni dert edinen ve kısa şiirlerden örülü RENGA şiir zincirinde yer alan Hakan Cem’in ikinci şiir dosyası Öpücük Damlası (2007) ile bir anlatı dosyası olan Çınarın Gururu Gölgesidir (2013) Yitik Ülke Yayınları’nca kitaplaştırılmıştır. 2014 yılında yayımlanan Ölüler İçin Kılavuz adlı şiir kitabıyla 2014 S. Arısoy Şiir Ödülü'nü aldı.


Yapı Kredi Yayınları'nca yayımlanan: “Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar” ansiklopedisinde de yer alan Cem’in yazı ve şiirleri bugüne kadar: Kitap-lık, Yasakmeyve, Özgür Edebiyat, E, Akatalpa, Son Kişot, Pitoresk, Şiiri Özlüyorum, Kurşun Kalem, Deliler Teknesi, No Edebiyat, Akköy Edebiyat gibi edebiyat dergileri ile Haydar Ergülen yönetimindeki Artful Living sanal edebiyat portalında da yayımlanmış, yayımlanmaktadır. Bazı Şiirleri Fransızca'ya çevrildi.








Translate

25 Eylül 2013 Çarşamba

Haiku'da Roman



HAİKU'DA  ROMAN / POSTACININ AŞKI 


Sert bir kayaya / Çarpan su gibi / Kendine döner zaman



  Bir aydınlanma (Satori) şiiri olan Haiku,  Japon edebiyatının en kısa şiir türüdür. Oruç Aruoba Haiku için: “…şiir özellikleri taşıyan bir düzyazı; düzyazı özellikleriyle yazılmış bir şiir.” diyor. Az sözcükle, yüklü anlam ve etkiyi yakalama çabası olan olan Haiku, “5-7-5” hecelik üç dizeden ibaret. Ruhunda “Mevsim İzleği” taşımanın yanı sıra yapısındaki “Kesme Kuralı”yla da (Bir ya da ikinci dize sonunda) şiiri iki bölüme ayırarak okuyucuyu, imgeleminde birbirinden ayrılan dizeleri ilişkilendirmeye zorlar. Bu kuralla ikiye ayrılan şiirde ilk bölüm, ikinci bölümün, ikinci bölüm de ilk bölümün algılanmasına katkıda bulunur. İmgesel uzaklık bakımından birbirlerine pek yakın olmayan bu iki düşünce arasındaki şiirsel çağrıyı sezmek, anlamak, Haiku’nun özüdür. Sözünü ettiğim diğer önemli öge, Haiku’da bulunması gereken Mevsim İzleği! (Kidai) Şiirin kurgulandığı mevsimi işaret eden sözcük. (Kigo) Örnekle Kelebek, baharı; sivrisinek, yaz gününü imler… Zen Budizm ruhuyla yoğrulan Haiku, dünyanın anlamını, şiirin yalın düzeni içine sığdırmaya, küçük şeylerde saklı umutları açığa vurmaya ve tüm nesnelerin birbiriyle ilişki içinde olduğunu göstermeye çalışır.



    Kanadalı yazar Denis Theriault, Altın Kitaplar Yayınları’nca yayımlanan Postacının Aşkı romanında: “Görsel sembollerle fonetiği birleştiren Japon harfleri Haiku’nun derinliğine derinlik katar.” diyerek bizleri, o üç dizelik yapısıyla bir buz dağı da olan Haiku’nun derin sularına çekiyor. “Üç” dizeyi çağrıştıran üç kahramanı ve Haiku teması ile bir tür Haiku okuması da olan romanda Bilodo, kendini işine adamış bir postacıdır. Öğle tatillerinde yemek yediği lokantada yemek sonrası, zamanını, iş arkadaşlarının alaycı şakalaşmaları arasında Kaligrafi çalışmaları yaparak geçirir. Bu örnek postacıyı beğeniyle izleyen tek kişiyse ona tutkun olan, lokantanın garsonu genç kız Tania. Bilodo’nun kötü bir alışkanlığı vardır. Romana konu olan bu kötü alışkanlığı, e-posta çağında boğulduğu ruhsuz evraklar arasında karşılaştığı kişisel mektupları, geciktirmeden sahiplerine iletmesi gerekirken, mektupları bekletmesi, dahası onları buharla açıp okumasıdır! Bu okumalar sırasında Bilodo, açtığı bir mektupta, Japon kültürünün bir parçası olan Mekan ve Zaman Aralığı’nı da biçeminde taşıyan üç kısa satırlı yazılarla karşılaşır. Mahallesinde yaşayan garip giyimli, garip tavırlı, gizemli entelektüele ait bu mektup, Guadeloupelu bir kadından gelmektedir. İlgi çekici olansa, bu kadından gelen mektuplar açıldıkça, zarflardan çıkan o devasa mektup kâğıtlarının her seferinde yalnızca üç kısa satırlı yazılar içermesi! Bunlar, çok sonra, bir öğle tatilinde okuyacağı gazeteden tesadüfen öğreneceği Japon Haiku türü şiirlerdir. 


  Fransız denemeci, eleştirmen, göstergebilimci  Roland Barthes’da: “Şimdiyi not ederek Romana geçmek” için Haiku’yla ilgilenir. Barthes, bir başka yazı konusu olabilecek “Romanın Hazırlanışı” adlı kitabında, Japon edebiyat tarihinde filiz veren “Haiku” türü şiiri: “Hoşa gitmenin apaçıklığı, nedenini söyleyememe, büyülenme, hiçbir şey söyleyememe” gibi tanımlarla açıklar. Kısa, son derece açık olduğunun altını çizerken de: “Söylemenin ve söylenmiş olanın bir tür anlık, geçici ve göz kamaştırıcı uyumudur; karanlıkta ansızın çakılan kibritler…” diyecektir. İşte tam da bu ruh haliyle Bilodo, Haiku’da ikiye bölünen dizelerin, birbirlerine hafifçe dokunuşlarının erotik bölgesinde önce, için için Guadelouplu kadından gelen bu mektupları beklemenin heyecanını duyumsar ve zamanla bu heyecan, mektupların sahibi kadına, Segolene’ye yönelir ve ona aşık olur. Segolene’in yazdığı bu kısa satırlı yazılar insan ruhuna yerleşiyor ve sonsuza dek yankılanıyordu. Şigehisa Kuriyama, yazdığı bir Haiku makalesinde başarılı bir Haiku için: “basit şeylerin çekiciliğini, derin anlamlarını açığa çıkararak içimizde hayranlık ve yenilenme duyguları uyandırır.” diyor. Aydınlanışı (Satori) duyumsamak için Haiku’yu bir değil, iki, üç hatta üçten fazla yinelemelerle okumak gerekiyor. Bu yinelemelerle, bir an derininizde duyumsayacağınız yankılanış aydınlanıştır. (Satori) Hepsi bu! Haiku,’bir şey demek istemez’ noktasında içinizde sonsuz yankılanacaktır.


  Bilodo, platonik aşkı Segolene’den gelen ve o devasa mektup kâğıtlarında yazılı üç satırlık kısa yazılarla, bir gün, öğle tatilinde okuduğu gazetenin birinde karşılaşır ve onların bir Haiku şiir olduğunu öğrenir. Bilodo soluğu kütüphanede alır ve Segolene’le arasında bağ oluşturan Haiku’nun derinliklerine dalar. Haiku’yla ilgili ne kadar yazı varsa onları Segolene’ye duyduğu aşkla, açlıkla okur… Ve bir gün, buharla açtığı mektupla gelen Segolene’nin resmiyle de ona duyduğu aşk, yüreğinde iyice dağlanır. (…) Bilodo, mektubun sahibi o gizemli entelektüeli artık kendine rakip görmeye başlamıştır. Ancak günün birinde, gizemli entelektüel, Bilodo’nun gözleri önünde bir kaza sonucu ölecek ve Segolene’le Bilodo arasındaki bağ tamamen kopacaktı! Bu durum, Haiku’nun Kesme Kuralı’nı anımsatıyordu. Şiiri iki bölüme ayırarak okuyucuyu imgeleminde birbirinden ayrılan dizeleri ilişkilendirmeye zorlayan kural. Bu kural, ikiye ayrılan şiirde ilk bölüm ikinci bölümün, ikinci bölüm de ilk bölümün algılanmasına katkıda bulunur. İmgesel uzaklık bakımından birbirlerine pek yakın olmayan bu iki düşünce arasındaki şiirsel çağrıyı sezmek, anlamak: Haiku’nun özüdür. Segolene’in Bilodo’dan habersiz olması, Bilodo’nun yarattığı Haiku özlü aşkı zorluyordu. Bir yolunu bulup Haiku’nun Kesme Kuralı’nda olduğu gibi onunla bağ kurmalı, uzaktan uzağa olan bu aşkı yeniden kendi dünyasındaki Haiku’ya çevirmeliydi. Coşkun Yerli’nin çevirisiyle Şigehisa Kuriyama, yine “Haiku Yazmak” başlıklı yazısında: “Haiku dünyasında görünüm, insanlar eşyalar ve olaylar, yalnızca doğanın gelip geçen akışındaki ritimle algılanabilir, anlamlarına kavuşabilir.” diyor. Kendini olayların akışına bırakan Bilodo önce, gizemli entelektüelin evine gizlice girerek onu, dünyasını, Segolene ile kurduğu bağı anlamasını sağlayacak izlerin peşine düşer. Dahası kısa süre sonra, ölen rakibine mobilyalı kiralanmış olan bu daireyi, kendi dairesi olduğu halde, Segolene’le yazışmalarında bütünleşmek adına kiralar. Dairede Segolene’le ilgili her şey ama her şey vardır. Kadının parfümünün de sindiği mektuplar, Haiku’lar, resimler, Japon yaşam tarzında yer alan Kimono gibi giysiler, Bambu’dan yapılmış eşyalar… Bilodo artık, gizemli entelektüelin yaşadığı yerde yaşayarak onun kıyafetlerini giyiyor; kaligrafi yeteneğiyle onun el yazısıyla bütünleşiyor ve Segolene ile yeniden bir Haiku aşkı, mektuplaşmasını başlatıyordu. Tıpkı iyi bir Haiku için olması gerekenler gibi! Çevirisini yine Coşkun Yerli’nin yaptığı Kuzeye Giden İnce Yol (Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabında Haiku ustası Başo, iyi bir Haiku için: “En önemli şey, doğru anlayıştır. Anladığımızı, gündelik yaşantımıza yöneltip, güzelliğin gerçeğini orda aramaktır. Yaptığımız şeyle, şiir demek olan sonsuz benliğimizin mutlaka bir ilişkisi vardır. Çam ağacını öğrenmek istiyorsanız çam ağacına, bambuyu öğrenmek istiyorsanız bambuya gidin. Ve bunu böyle yaparken kendi kanılarınızı bir kenara bırakmalısınız. Yoksa kendi kendinizi koşullandırır ve öğrenemezsiniz. Konunuz ve siz bir olduğunuz zaman şiiriniz de kendiliğinden oluşacaktır. Yani, konunuzda gizli pırıltılar ararken derin derin daldığınız bir zaman! Şiiriniz ne denli güzel söylenmiş olursa olsun, duygularınız doğal değilse -konunuz ve siz ayrı düşünüyorsanız- şiiriniz gerçek şiir değil, yapmacık olacaktır!” diyor. Bilodo, Başo’nun öğütlerini dinliyor gibiydi. O artık Bilodo değil, Başo’nun dediği: “Çam ağacını öğrenmek istiyorsanız çam ağacına, bambuyu öğrenmek istiyorsanız bambuya gidin” anlayışıyla, o gizemli entelektüelin kimonosuyla, ruhuyla, yapısıyla bütünleşmişti. Hangisinin gerçek entelektüel olduğu, hangisinin Bilodo olduğu karışmıştı. Bu da ona, Haiku’daki “Renga” şiir zincirini anımsatıyordu: Ruh birliğini önceleyen, pek çok şairin kotardığı uzun soluklu Renga şiirde hangi dizenin hangi şaire ait olduğunun bilinememesi;  Öz’de, Bir’de, Tek’te ruh birliğinin oluşması! Bilodo artık, gizemli entelektüelin ölümüyle mektupları açan konumdan, bütünleştiği o ruhla mektuplaşmayı sürdüren ruha evrilmişti. Sonunda Segolene’ye, almaya alışık olmadığı, “5-7-5-7-7” beş dizeli “Tanka” türü şiirle (Bu tür: Aşk, yalnızlık, ölüm gibi soylu temaları işlerdi.) aşkını ilan eder ve yolun hemen karşısındaki posta kutusuna aşkını taşıyan zarfı atıverir. Sancılı bekleyişin sonunda Segolene, hiç karşılaşmadığı, mektubunu aldığını sandığı o gizemli entelektüelin aşkına cevap vermekle kalmaz en kısa sürede Kanada’ya onu görmeye geleceğinin de müjdesini verir. Bu Bilodo için bir yıkımdır! Sırrı, Haiku’daki o aydınlanma (Satori) â gibi ortaya çıkmak üzeredir. Ölmek ister; başaramaz. Ne yapacağını bilemeyen Bilodo, günler geçtikçe kendi içine gömülür, yemeden içmeden kesilir. Bir gün umutsuzca baktığı boy aynasında, saçı sakalı birbirine karışmış, garip kıyafetiyle o gizemli entelektüeli görür. Başo’nun iyi bir Haiku için Öz’e dönüş önerisini tamamlamış, artık Segolene’nin mektuplaştığı, aşkını kabul ettiği o gizemli entelektüel Gaston Grandpre oluvermişti. Segolene, Guadeloupe’tan çıkıp yanına koştuğu adamın gerçek Grandpre olmadığını anlayamayacaktı. Bilodo’nun tek taraflı aşkı Haiku’da erimiş, Renga şiire evrilmişti. O, Segelone’nin resimlerden tanıdığı saçı sakalı karmakarışık Grandpre’ydi. (Oysa Grandpre yıllar önce, Segolene’ye göndereceği zarfı  postacı Bilodo’ya yetiştirmek için, yağmurun, fırtınanın günü teslim aldığı bir anda aceleyle yolun karşısına geçerken araba altında kalarak can vermişti!) Bilodo madem ki Grandpre’ydi, Segolene’ye bir mektup daha, onu heyecanla beklediğini hissettirecek: ”Sonbahar uç / Bütün ihtişamıyla / Seni bekliyor” Haiku’sunu yazar. Dışarda yağmur, fırtına damlardan saçaklardan dökülürken Segolene’ye kavuşma heyecanını da taşıyan mektubu, yolun karşısındaki posta kutusuna ulaştırmak için sokağa fırlar. (…) Bilodo, yürekleri parçalayan bir korna sesiyle yanı başında durmuş ona bakan kendisiyle karşılaşır. Zen Budizm’le yoğrulan Haiku gibi Enso çemberini: Döngüyü, kişinin kaçınılmaz olarak başlangıç noktasına dönüşünü yaşıyordu. Tıpkı yıllar önce, elinde zarf  yerde yatan Grandpre gibi! 



Sert bir kayaya / Çarpan su gibi / Kendine döner zaman












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder