İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Viyolonsel Sanatçısı olan Cem’in, Susmanın Ötesi adlı Haiku tadındaki dosyası 2003 Arkadaş Z. Özger Şiir Yarışması’nda finale kalarak “Anılmaya Değer Dosya” olarak kitaplaştı. Sina Akyol ve Coşkun Yerli ile "İnsan Halleri"ni dert edinen ve kısa şiirlerden örülü RENGA şiir zincirinde yer alan Hakan Cem’in ikinci şiir dosyası Öpücük Damlası (2007) ile bir anlatı dosyası olan Çınarın Gururu Gölgesidir (2013) Yitik Ülke Yayınları’nca kitaplaştırılmıştır. 2014 yılında yayımlanan Ölüler İçin Kılavuz adlı şiir kitabıyla 2014 S. Arısoy Şiir Ödülü'nü aldı.


Yapı Kredi Yayınları'nca yayımlanan: “Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar” ansiklopedisinde de yer alan Cem’in yazı ve şiirleri bugüne kadar: Kitap-lık, Yasakmeyve, Özgür Edebiyat, E, Akatalpa, Son Kişot, Pitoresk, Şiiri Özlüyorum, Kurşun Kalem, Deliler Teknesi, No Edebiyat, Akköy Edebiyat gibi edebiyat dergileri ile Haydar Ergülen yönetimindeki Artful Living sanal edebiyat portalında da yayımlanmış, yayımlanmaktadır. Bazı Şiirleri Fransızca'ya çevrildi.








Translate

25 Eylül 2013 Çarşamba

Coşkun Yerli'ye Mektup 1



COŞKUN YERLİ’YE MEKTUPLAR I*


                            
“ Sahi, fotoğraflarda diri miyiz biz?”

                                     Coşkun Yerli



Sıra Sende


Telefonun ucu yorgundu, sessizdi. Telefon konuşmak istemiyordu!  
- Sıra sende, dedim: Rengamızın IV/5. şiirine geldik.

Hüznün sesi ve mevsimi için yaşlı bir çiçeğe su veriyordu! 

Sanırım görmek istediğim, daha doğrusu duymak istediğim o coşkulu sesiydi! Hakan’ım, diyen, konuşmamızdan duyduğu sevinçle teşekkürler eden zarafeti, Sina’cığımı da hasretle öpüyorum efem…

Bugünkü SMS ( kısa mesaj ) halimiz, “Posta Güvercinleri” nin görevde olduğu zamanlarda  akla ziyan işlerden sayılıp, küllerimiz, mutlaka o günlerin tozun buluta karıştığı göğüne savrulurdu. Sonra sonra yolunu balkon demirlerine yaslanarak beklediğimiz, görünce de dört-beş kat ya da ne bileyim, onca merdiveni soluğumuzun rüzgârıyla indiğimiz ve heybesinden, babanın çocuğuna  getirdiği armağanı: “Sürpriz!” der gibi mektubu uzatıveren o postacılardan birinden de değil; Sony-Ericsson: Ana Menu: Mesajlar: Gelen Mesaj sekmesini tıklamış ve Sina Akyol ismini görmüştüm cep telefonumun ekranında. O ismi de postacının elinden tıklayarak mektubu açmıştım. Bak! Postacı. Selamlaşmadık bile!  Okuduğum kısa mesaj, yaşımın ve yaşamımın derinliklerine sinecek kadar uzun ve derindi! Hele mesajda sözü edilen bir kişi daha vardı ki hani Tanrı’dan daha ne isteyeyim dedirteninden. Birden, başımı her seferinde şükran duygusuyla kaldırdığım gök defteri kanatlarıyla bembeyaz boyayan, rüzgâra karşı inatçı ve inançlı duruşları, (Rüzgâr yolculuktur, zor olandır!) eşlik ettikleri, birlikte yol aldıkları dost gemilere olan sadakatleriyle martıların serinliğinde, Bostanlı-Alsancak-Bostanlı seferlerine demir alan gemilerde doğayla iç içe okuduğum bir kitabı anımsadım: Kobayaşi Issa / Ömrümde Bir Yıl. Türkçesi: Coşkun YERLİ

El attığım pek çok kitapta bu isme rastlamıştım: Yazar, şair, çevirmen… Üretken!

( Dost, Ağabey…)

Kimbilir şimdi Şigehisa Kuriyama, Kobayaşi Issa, Matsuo Başo, Rainer Maria Rilke ve daha pek çoklarıyla… Salinger! Jerome David Salinger’le muhalif kimliğin izini sürerken samimiyetsizliğe, ikiyüzlülüğe düşmemenin de anlamını aktarmıştı bizlere! Rilke’yle yalnızlığı ve iç sesleri paylaşmış, derinine dönerek, dilin sıfır noktasındaki yaratıcı beni bizlerle tanıştırmıştı. Issa, Başo, Şiki…

Turnikeleri kentkart ile açılan bir dünyaya geçince fark ediyorsunuz: Martılar gök defteri boyamaya devam ediyorlar. Hâlâ! Tanzaku’da, hani Japon Haikularının üzerine yazıldığı ince uzun kâğıtlar vardır ya dünya orada işte, Coşkun Yerli de! Bir yanında Issa, diğerinde Başo, Şiki… Yüzyıllar sonra: “Her şeyden önce insan ve doğa sevgisi üzerine kurulu. Gücü, bireyi düşünmeye, sorgulamaya, algılamaya ve durum saptamaları yapmaya çağıran felsefesinde…”  diye tanımlanacaktır haiku ve şairleri. (Sahi salt bu nedenlerle mi edebiyat dünyasında haiku masaya değil de etajerin üzerine bırakılır?) Coşkun Yerli’de ruhunun derinliklerinde, aklın koridorlarında düşünen, sorgulayan, durum saptamaları yapan ve yaptıran sesiyle, kalemiyle edebiyatımıza yollar açarken, derinindeki insan ve doğa sevgisiyle ölümsüzlüğe de durmuştu!
Onca bekleyiş, onca basamak, heyecan, koşuşturma, zarfı aç açılmaz…
Postacıya tıkladım, postacıya bakmadan selamlaşmadan!

Haiku tadında, Susmanın Ötesi adında bir dosyayla katıldığım Arkadaş Z. Özger yarışmasının sonuçları, daha çiçeği burnunda açıklanmıştı. Sonuç: Anılmaya Değer Dosya oldu ki Sina Akyol, SMS (kısa mesaj) ile dosyayı da anarak tamı tamına: “ Haikular heyecan verici, ortak bir projeye girişelim renga yapalım” diye yazmıştı. Karşılaşamadığım, selamlaşamadığım postacı yerine, tokalaşırmış gibi elimde tuttuğum cep telefonum iki seçenekle sordu:  “CEVAPLA”  “SİL” Silemedim! Yüce belleğe, sim karta sakladım! Sayfa kokusu, rengi, el yazıları, dolma kalem renkleri,  Sina Akyol ve Coşkun Yerli’yle rengamıza sindi! Hem tam da Kobayaşi Issa’yı martıların sadık eşliğinde okurken: “ Keşke Haiku üzerine böylesine yoğunlaşan Coşkun Yerli’yi tanıyabilsem, haikudan, doğadan konuşabilsem, çoğalabilsem” derken! Yazmıştım: Tanrı’dan daha ne isteyeyim?  Ustalarla renga yolculuğuna hazırdım.

Rengamızın ilk koşulu: Herkesin birbirini tanıması, yaşamı ruhumuzun koridorlarında paylaşmak, yol alacağımız rengada tek bir ruha dönüşmekti! Haiku değil, kısa şiirler yazacaktık. Başo’dan ve ülkesinden uzaklarda… Sina Akyol’un uzattığı telefonun ucu coşku(n) dolu: “ Merhaba Hakan’cım ben Coşkun” diyen sesse haiku tadındaydı: Kiraz çiçekleri, rengârenk Japon balıkları, mevsimler, ırmaklar akıp gidiyordu sohbetimizden… Atılan bu ilk adımla, bu kez postacı yerine o tokalaşırmış gibi sımsıkı elimde tuttuğum soğuk cep telefonu içimi ısıtmıştı. Sonraları: Coşkun ağabey, Hakan’cım, rengamızın temaları, dizeler, Sina… İnternet! (ADSL) Ve yalnızca bir defacık, Ankara’da yüz yüze karşılaşma!
   
Kemoterapi!
(…)

Tatile çıkar gibi bir sesle söylüyordu bu sözcüğü! İşi bugünlere vardırmayacağına bizi de kendini de inandırmıştı. Kimi zaman günübirlik, kimi zaman üç-beş günlük ayrılıklardı bunlar ki biz, buna razıydık, buna alışmıştık! O günlerde sıra ondaysa rengaya ara verir, işte o kadarcık günlük ayrılıktan sonra da devam ederdik yolumuza. İnsanın hallerini dert edinmiştik! Masumiyetle başlamış, gençlik olgunluk derken cinsellik… Bir defasında: “ Yahu Hakan’ım şu kemoterapiden sonra tık yok bende” deyivermişti telefondaki coşkun ses. Hani temamız cinsellik, sıra Coşkun ağabeyde, eh bizi de bekletiyor ya! Dert ediniyor bunu kendine… Merak etme diyorum, bu ara ben de de tık yok! Kahkahalarla gülüyor. Hâlâ duyuyorum… Hastahane çıkışı, tatilden dönmüş de bir güzel dinlenmiş gibi yeniden rengaya koyulduğunu, Microsoft Outlook: Gelen Posta: Coşkun Yerli adından anlıyordum. Tüm şiirlerin son halleri bende toplanıyordu. Son durak bendim! Bazen Sina Akyol, bazen de Coşkun Yerli postası gelir: “Yahu Hakan, renganın son halini bilgisayarımda göremedim, son halini bana bir atsana” derlerdi. Ne de olsa rengamızda tek ruha dönüşmek konusunda fikir birliğimiz vardı. Böyle bir postayı en son Coşkun Yerli adıyla almıştım da nedendir bilmem bir telaşla rengamızın son halini ona ulaştırmıştım! Tek ruh!

Kemoterapi!
(…)

Rengamızın II/1. şiirinin sonunu: “ Sızı, umut, gülüş, çığlık/ hepsi/ bir ömrün özeti “ diyerek bir şeyleri ima eder gibi haykırmıştı. En fazla savaştığı hastalığa değil de şu kemoterapinin bünyesinde yarattığı yan etkilerle oluşan hastalıklara bozuk atıyordu: Böbrek, karaciğerde kist, unutkanlık vs. Tüm bunlardan da bir fıkranın en gülünç ânını işaret eden öğelermiş gibi bahsediyordu. Ne de olsa hastahanede kaldığı süre içinde bu rahatsızlıkları yenerek, yaşamın kapısını aralıyor: “Ben iyiyim. Gerçekten ama!”  demek için de cebimizi çaldırıyordu.

Coşkun ağabey, Hakan’cım, rengamızın temaları, dizeler, Sina… İnternet! (ADSL)
Ve yalnızca bir defacık, Ankara’da yüz yüze karşılaşma! Kısa şiirlerle yedi bölüm planladığımız rengamızın IV. bölümüne gelmiş, şu bir türlü tık yok dediğimiz cinsellik temasını kapatmanın yollarını arar olmuştuk. Bölümün ilk üç şiirini tamamladıktan sonra, Coşkun ağabey IV/4. şiirinin girişiyle boy göstermişti. Bu giriş dizelerini günlerce dilimde dolaştırıp durmuştum! Aynanın önünde dondurduğumuz, anımsayışlarıyla aşklarını, cinselliğini anlattığımız kadınla boğuşuyorduk. Sonunda sevgisiz, saygısız, salt tatmine gelip dayanan bir ilişkiye geçiş yapıyorduk ki… E-postamıza gelen her Coşkun Yerli e-postasını sevinç hanemize yazıyorduk ki... Ulaşamıyorum, dedim! Çalıyor çalıyor cevap yok! Gönderdiğim e-postaya, çaldırdığım telefona cevap alamıyorum. Hastahanedeymiş, dedi. Kemoterapinin yan etkileri! Şimdi de sarılık, dedi. Ağırmış! Sustum. Başımın üstünde dönüp duran, gök defteri boyayan martıya, elimde Ömrümde Bir Yıl/Kobayaşi Issa Türkçesi: Coşkun Yerli’ye sustum!

Sony-Ericsson: Ana Menü: İsimler: Coşkun Yerli, evet! Çaldırdım! Israrla çaldırdım cevap yok! Olmalı, vermeli, konuşmalıyım! Rengamızda kaybolmuşum da bunu haber vermeliymişim! Konuşmalıymışım. Konuştum. Cevap verdi! Sıra sende, dedim: Rengamızın IV/5. geldik. Biten IV/4.şiirini de sana e-postayla yolladım. Tüm rengayla beraber! Hastahaneden çıkınca bakarsın. Ha unutma Coşkun ağabey IV/5sine sen başlayacaksın unutma dedim nefes almadan konuşarak, susmayı beceremeden…

- Sıra sende!  Rengamızın IV/5. geldik
Telefonun ucu yorgundu, sessizdi. Telefon konuşmak istemiyordu!
Hakan’ım… Sinacığıma… 

Ses, coşku(n)suzdu! Bu sefer tatile çıkar gibi değildi! Hastahaneye yatmıştı, cenaze namazına yatar gibi ölüme durmuştu! Sonraki birkaç günde ona ulaşamadımsa da ailesinden, Sina Akyol (ki öteki ruhtur) aracılığıyla haberlerini aldım: Kemoterapinin yat etkileri olan bu rahatsızlıklar giderilmeden, kemoterapiye geçilemiyormuş! Yeni bir ilaç denenecekmiş! Sarılık! Böbrek…

Sony-Ericsson: Ana Menü: İsimler: Coşkun Yerli arıyor. 11/7/2007 Çarşamba Sina Akyol cevaplıyor Coşkun Yerli’nin zarif eşini: “Yoğun bakıma alındı!” Ağır bir sis gibi çöküyoruz dibimize. Coşkun ağabeyle tanıştığım martılar, bembeyaz boyanan gök defter, Bostanlı-Alsancak-Bostanlı seferleri iptaldi. Her detayı öğrenmek isterim dediğini duydum Sina Akyol’un. Öğrendi de! Telefonum 15/7/2007 Pazar gün çaldığında Sina Akyol arıyor, yazıyordu. Cep telefonum yeniden soğumuştu bir ölü teni gibi. Açtım: Coşkun gitti, dedi!

Oysa geçtiğimiz günlerde ymıştır.ayımlanan Öpücük Damlası kitabımda Coşkun Yerli’ye selamla:   “On yedi hece/hayku olur mu dersin?/Haydi say şimdi” bunu 5/7/5 dizelerle diyerek haykuyu onunla sevmenin tadına varmış, ona takılmıştım. Paylaşamadım, okutamadım…

- Sıra sende!  Rengamızın IV/5. geldik
Telefonun ucu yorgundu, sessizdi. Telefon konuşmak istemiyordu!
Hakan’ım… Sinacığıma… 

Hoşça kal Coşkun ağabey!

* Bu yazı, NO EDEBİYAT DERGİSİ 2007/2 sayısından yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder