“Geç ve Genç Yaratı” üzerine süreceğimiz izlerde, geçmişi de arayarak yaratı
sözcüğünün kapısını aralayalım istiyorum. Dünü bilmezsek yarınla nasıl
tanışabilir, onunla nasıl anlaşıp yeni yarınlar yaratabiliriz? Düşünmeli!
Sevgili Şadan Gökovalı'nın metinlerinden okuyoruz: Söylencebilimde
Tanrı-İnsan arası Titanlardan biri olan ve adı “Önceden gören” anlamına gelen
Prometeus, gözyaşlarıyla yoğurduğu toprağı balçık haline getirerek eliyle biçim
vermiş, ona can üflemiş ve insanı yaratmıştı! Yarattığı Tanrı benzeri insana, Ege
bölgesinde bugün de sıkça boy veren, içi kolayca tutuşan bir özle dolu, ateşi
uzun süre koruyan Narthex (Ferula) bitkisinin yardımıyla ölümsüzlüğün sembolü
ateşi de Tanrılardan çalarak armağan etmiş. İşte ne olduysa o anda olmuş, sadece
aş pişirmede değil, felsefe, tiyatro, bilim ve kültürde de uygarlık başlamış. Ateşin
Tanrılardan çalınması suç ve kabul edilemez bir davranıştı! Tanrılar, sıcağı
soğuğa taşıyabildikleri ateşi kendilerine ayırmışlardı. İnsan denen yaratı bu
ölümsüzlüğe sahip olmamalıydı. Isıtan da ateş, ben’in yolculuğunda yakar kül
eder! Mitteki Zeus’un gazaba gelerek ceza verdiği ve Kafkas dağına
zincirlettiği Prometeus’un geceleri büyüyen ciğerini sabah erkenden yiyen
kartal unsuru, yaratım sürecinin önemli bir sembolü. İmgelemin dışa vurumundan,
yaratım sürecinden yorgun düşen sanatçı bir sonraki ana kendini devamlı
yenileyerek ruhunun, imgeleminin başına dönmektedir. Düşünelim! Belki de
Prometeus’un yaratısı olan “İnsan”ın acı çekmesi, onun, gözyaşlarıyla
yoğrularak soluklanmasından başlar. Toprağa karışan bu acı, binyıllar öncesi ve
sonrasıyla bizlere sanatın tüm disiplinlerindeki çekişme ortamlarında ortaya
çıkan onlarca yaratıyı, ölümsüzlüğü getirmiştir. Yaratıcının dışa vurum
sürecinde ciddi psikolojik sorunlarla bütünleştiği genel söylemde yer bulurken Psikanalitik
çevreler yaratıcılığı sıklıkla: ”Egoya hizmet eden bir gerileme” olarak
tanımlar! Poe alkolikti. Virginia Woolf çöküntü içinde, Gaugin içe kapanık, Van
Gogh çıldırmış… Tümü, ruhlarının örsleri başında, yaratılarıyla yalnızca kendi
kültürlerine değil ortak kültürümüze uzak bir erken uyarı yaptılar. Doğanın
verdiği derslerle büyüyen insan, binyıllar ırmağında gürültü ve hüzünlerle
yıkanarak ömrünü sınırlamışsa da yarattığı eserler ve düşüncelerle de ölümsüzlüğün
kapısını aralamış. Onun, kendinden sonra gelenlere bıraktığı ışık, onlara,
hatta onlardan sonra gelecek olanlara da ölümsüzlüğünün yüceliğini taşır, ben’i
biz yapar. Yerküremizde, coğrafyamızda, kültürümüze miras kalan ve günümüzde
ölümsüzlüğünü sürdüren eserler ben’den çıkmış biz’im olmamış mıdır? Dünya
yolculuğunun sonu sayılan ölümün, insan üzerine düşürdüğü koyu gölgenin yok
edilmesidir yaratı. Ey okur! Benliğimiz ve yaşam yolumuzu düşünelim. Ölüm ânını
düşünelim. Sabahın kokusuna uyanan çiçeklerin toprağından doğrulmuş yeryüzünü
kucakladığımız; taşın dilini öğrenmek için tenhasında: “Işığın yolculuğunu müjdeliyorum”
dediğimiz kadim yolculuğu! Sesimizi, ürettiklerimizi mavinin boşluğuna
bırakarak bitecek günün eteklerinden öyle uzaklaşmalıyız. Yaşamın gün batımına
dek “Yaratı” sürecini kendimizde, olgunlaşma sürecinde eriyen emeğimizde
bulmalıyız. Sorumluluğumuz yalnız günümüz insanına değil, peşimiz sıra
gelenlere de! Ölüm, ben’in kadim yolculuğuyken biz’e dönüşene ulaşamaz. Prometeus’un
gözyaşlarıyla yoğurduğu toprak, kendisine sunulan tohumları, bereketiyle Biz’e
geri verir. “Geç ya da Genç” “Yaratı” yarına ulaşabiliyorsa ben’in ölümü biz’e vardığında
ölümsüzlüğü, kendinden sonrakilerin de mutluluğu olacaktır. Altamira,
Lascaux’da yer alan mağara duvarlarında hayranlık etkisi uyandıran, şaşırtan,
kahverengi-kırmızı geyik ve bizon resimleri insan denen yaratının güzeller güzeli
yaratısıdır.
Pico Della Mirandelo, 15. Yüzyılın temel düşüncesini açığa vurduğu
Oratio de Hominis Dignitate’de usta yapıcı, Adem’e, arketipik adama, seçtiği
şeye sahip olma, istediği şeyi olma olanağı verildiğini bildirir. Mirandelo,
bunun bir anlamda Prometeus ile simgelenen adamın adındaki anlam olduğunu
söyler. Biz ne olmak istersek o olabiliriz! (…)
Sanatçı kendi dışında bir amaca
baş eğen bir uygulayıcı değil egemen bir yaratıcıdır. Üreten öznenin
derinlerinde yer alan o yaratıcı enerjiyle kadim müzik kültürünün duyularımızda
erittiği ezgileri de anımsayarak: İnsanoğlunun tarih öncesi
dönemler ve sonrasında, algılanan sesler çerçevesinde dünyayı anlama
ve anlamlandırma çabasını izleriz. Chou’lar döneminde yaşamış, Çin’e iki bin
yıldır hâkim olan felsefesiyle Konfüçyüs, duyuların dışavurumunu ses ile
tanımlarken, müziğin yer ile gök arasındaki uyum olduğunu söyler. Bu bağlamda genç
ve geç yaratılarıyla insanlığa ölümsüzlüğün ezgilerini sunan; henüz otuzlu
yaşlarındayken soluğuna veda ettiğinde, cenazesinin bilinmeyenler çukuruna
atıldığı Wolfgang Amadeus Mozart’ı selamlamak, yazımıza konuk etmek, ge(n)ç
yaratıyı bir de onunla düşünelim istiyorum.
Peşine düştüğümüz “Geç ve Genç Yaratı” izlerini birbirine karıştıracak
olan Amadeus, henüz üç yaşındayken klavsen çalmaya, beş yaşında senfonik yaratılar
vermeye başlamış. Yaratılarının “Genç” yaşları sayacağımız beş yaş ve devamını
göz önüne aldığımızda yaşamının ve yaratılarının da sonu olan otuz beş yaş ve
hemen öncesini de “Geç” yaratılar dönemi olarak algılarız ki her iki döneme sığdırılan
altı yüzden fazla yaratı bugün tüm coğrafyaların konser salonlarında, müzik akademilerinde,
konservatuarlarında, elimizin altında, ruhun derinliklerinde varlığını, ölümsüzlüğünü
sürdürmektedir. Müziğin iç içe geçmiş zorlu kuralları, biçim-biçem bağlamında
boğuşulan armonik yapısıyla, bir çocuğun oyuncağıyla oynadığı gibi eğlenerek günümüze
ulaştırdığı ve insanlığa armağan ettiği yaratılarının kodlarına, derinlerine,
yaratım sürecine yaklaştığımızda: İlhan Berk’in “Şiir Cehennemi”ne benzer bir
cehennemin kapılarına ulaşırız. Sevgili Amedeus, ölümsüzlüğe selamla, otuz beş
“Ge(n)ç” yaşında insanlığa veda ederken olgunluğun deminde onlarca yaratıyı genç
yaşında ölümsüzleştirmiştir. Müziğinde Avusturya halk dans ve ezgilerini
içselleştiren Amadeus, ezgi ve armoni zenginliğiyle donanmış ortak duygu ve
düşünceleri, izlenim ve tasarımları derin anlatım inceliğinde bizlere sunmuştur.
Operalarına toplumsal eleştiri katan Amadeus’un yaratılarında çağının özgün
stil ve akımlarını buluruz. Bu genç, yaratıları ve coğrafyasındaki duruşuyla,
Fransız Devrimi’ni hazırlayan düşünce ortamından etkilenerek, insanların
özgürlüğüne eşitliğine inanarak müzik tarihinde “Aydınlanma” felsefesinin
temsilcisi olmuş; taşıdığı genç ruhu onu Avrupa Müzik Tarihinde, bir soylunun
korumasında kalmayı reddeden ilk müzikçi de yaparken, yozlaşmış, akla uygunluğu
tartışılan feodal düzene duyduğu nefret ve yaratılarıyla bir müzik Voltaire’i
olarak on sekizinci yüzyılın eleştirici zekâlarından biri haline getirmiştir.
Sonuç olarak: Yaratı sürecindeki öykünme temelinden hareketle genç
yaratının olgun deme ulaşması, yaşadığı çevre ve koşullarını anlama ve
anlamlandırmasıyla ilintili. Kaygısı ve itirazıyla aklın koridorlarından geçerek
özgürleşen, olgunlaşan öznenin sanatında, sınırlamalardan uzak, tüm biçimlerde
var olan diyalektik gerilimle ilişkiye giren yaratı, gerilimin
içselleştirilmesiyle olgun deme ulaşır ki bu demde kurulan dille okuduklarımız,
izlediklerimiz, dinlediklerimiz bize: “İnsan” olduğumuzu anımsatır.
* Bu yazı: AKKÖY EDEBİYAT DERGİSİ'nin
"Geç Genç Yaratı" konulu Dosya'sında 2010/59. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder