İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Viyolonsel Sanatçısı olan Cem’in, Susmanın Ötesi adlı Haiku tadındaki dosyası 2003 Arkadaş Z. Özger Şiir Yarışması’nda finale kalarak “Anılmaya Değer Dosya” olarak kitaplaştı. Sina Akyol ve Coşkun Yerli ile "İnsan Halleri"ni dert edinen ve kısa şiirlerden örülü RENGA şiir zincirinde yer alan Hakan Cem’in ikinci şiir dosyası Öpücük Damlası (2007) ile bir anlatı dosyası olan Çınarın Gururu Gölgesidir (2013) Yitik Ülke Yayınları’nca kitaplaştırılmıştır. 2014 yılında yayımlanan Ölüler İçin Kılavuz adlı şiir kitabıyla 2014 S. Arısoy Şiir Ödülü'nü aldı.


Yapı Kredi Yayınları'nca yayımlanan: “Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar” ansiklopedisinde de yer alan Cem’in yazı ve şiirleri bugüne kadar: Kitap-lık, Yasakmeyve, Özgür Edebiyat, E, Akatalpa, Son Kişot, Pitoresk, Şiiri Özlüyorum, Kurşun Kalem, Deliler Teknesi, No Edebiyat, Akköy Edebiyat gibi edebiyat dergileri ile Haydar Ergülen yönetimindeki Artful Living sanal edebiyat portalında da yayımlanmış, yayımlanmaktadır. Bazı Şiirleri Fransızca'ya çevrildi.








Translate

30 Eylül 2013 Pazartesi

GE(N)Ç YARATI*



  “Geç ve Genç Yaratı” üzerine süreceğimiz izlerde, geçmişi de arayarak yaratı sözcüğünün kapısını aralayalım istiyorum. Dünü bilmezsek yarınla nasıl tanışabilir, onunla nasıl anlaşıp yeni yarınlar yaratabiliriz? Düşünmeli!


  Sevgili Şadan Gökovalı'nın metinlerinden okuyoruz: Söylencebilimde Tanrı-İnsan arası Titanlardan biri olan ve adı “Önceden gören” anlamına gelen Prometeus, gözyaşlarıyla yoğurduğu toprağı balçık haline getirerek eliyle biçim vermiş, ona can üflemiş ve insanı yaratmıştı! Yarattığı Tanrı benzeri insana, Ege bölgesinde bugün de sıkça boy veren, içi kolayca tutuşan bir özle dolu, ateşi uzun süre koruyan Narthex (Ferula) bitkisinin yardımıyla ölümsüzlüğün sembolü ateşi de Tanrılardan çalarak armağan etmiş. İşte ne olduysa o anda olmuş, sadece aş pişirmede değil, felsefe, tiyatro, bilim ve kültürde de uygarlık başlamış. Ateşin Tanrılardan çalınması suç ve kabul edilemez bir davranıştı! Tanrılar, sıcağı soğuğa taşıyabildikleri ateşi kendilerine ayırmışlardı. İnsan denen yaratı bu ölümsüzlüğe sahip olmamalıydı. Isıtan da ateş, ben’in yolculuğunda yakar kül eder! Mitteki Zeus’un gazaba gelerek ceza verdiği ve Kafkas dağına zincirlettiği Prometeus’un geceleri büyüyen ciğerini sabah erkenden yiyen kartal unsuru, yaratım sürecinin önemli bir sembolü. İmgelemin dışa vurumundan, yaratım sürecinden yorgun düşen sanatçı bir sonraki ana kendini devamlı yenileyerek ruhunun, imgeleminin başına dönmektedir. Düşünelim! Belki de Prometeus’un yaratısı olan “İnsan”ın acı çekmesi, onun, gözyaşlarıyla yoğrularak soluklanmasından başlar. Toprağa karışan bu acı, binyıllar öncesi ve sonrasıyla bizlere sanatın tüm disiplinlerindeki çekişme ortamlarında ortaya çıkan onlarca yaratıyı, ölümsüzlüğü getirmiştir. Yaratıcının dışa vurum sürecinde ciddi psikolojik sorunlarla bütünleştiği genel söylemde yer bulurken Psikanalitik çevreler yaratıcılığı sıklıkla: ”Egoya hizmet eden bir gerileme” olarak tanımlar! Poe alkolikti. Virginia Woolf çöküntü içinde, Gaugin içe kapanık, Van Gogh çıldırmış… Tümü, ruhlarının örsleri başında, yaratılarıyla yalnızca kendi kültürlerine değil ortak kültürümüze uzak bir erken uyarı yaptılar. Doğanın verdiği derslerle büyüyen insan, binyıllar ırmağında gürültü ve hüzünlerle yıkanarak ömrünü sınırlamışsa da yarattığı eserler ve düşüncelerle de ölümsüzlüğün kapısını aralamış. Onun, kendinden sonra gelenlere bıraktığı ışık, onlara, hatta onlardan sonra gelecek olanlara da ölümsüzlüğünün yüceliğini taşır, ben’i biz yapar. Yerküremizde, coğrafyamızda, kültürümüze miras kalan ve günümüzde ölümsüzlüğünü sürdüren eserler ben’den çıkmış biz’im olmamış mıdır? Dünya yolculuğunun sonu sayılan ölümün, insan üzerine düşürdüğü koyu gölgenin yok edilmesidir yaratı. Ey okur! Benliğimiz ve yaşam yolumuzu düşünelim. Ölüm ânını düşünelim. Sabahın kokusuna uyanan çiçeklerin toprağından doğrulmuş yeryüzünü kucakladığımız; taşın dilini öğrenmek için tenhasında: “Işığın yolculuğunu müjdeliyorum” dediğimiz kadim yolculuğu! Sesimizi, ürettiklerimizi mavinin boşluğuna bırakarak bitecek günün eteklerinden öyle uzaklaşmalıyız. Yaşamın gün batımına dek “Yaratı” sürecini kendimizde, olgunlaşma sürecinde eriyen emeğimizde bulmalıyız. Sorumluluğumuz yalnız günümüz insanına değil, peşimiz sıra gelenlere de! Ölüm, ben’in kadim yolculuğuyken biz’e dönüşene ulaşamaz. Prometeus’un gözyaşlarıyla yoğurduğu toprak, kendisine sunulan tohumları, bereketiyle Biz’e geri verir. “Geç ya da Genç” “Yaratı” yarına ulaşabiliyorsa ben’in ölümü biz’e vardığında ölümsüzlüğü, kendinden sonrakilerin de mutluluğu olacaktır. Altamira, Lascaux’da yer alan mağara duvarlarında hayranlık etkisi uyandıran, şaşırtan, kahverengi-kırmızı geyik ve bizon resimleri insan denen yaratının güzeller güzeli yaratısıdır.

 Pico Della Mirandelo, 15. Yüzyılın temel düşüncesini açığa vurduğu Oratio de Hominis Dignitate’de usta yapıcı, Adem’e, arketipik adama, seçtiği şeye sahip olma, istediği şeyi olma olanağı verildiğini bildirir. Mirandelo, bunun bir anlamda Prometeus ile simgelenen adamın adındaki anlam olduğunu söyler. Biz ne olmak istersek o olabiliriz! (…) 
  Sanatçı kendi dışında bir amaca baş eğen bir uygulayıcı değil egemen bir yaratıcıdır. Üreten öznenin derinlerinde yer alan o yaratıcı enerjiyle kadim müzik kültürünün duyularımızda erittiği ezgileri de anımsayarak: İnsanoğlunun  tarih  öncesi  dönemler ve sonrasında, algılanan  sesler çerçevesinde dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasını izleriz. Chou’lar döneminde yaşamış, Çin’e iki bin yıldır hâkim olan felsefesiyle Konfüçyüs, duyuların dışavurumunu ses ile tanımlarken, müziğin yer ile gök arasındaki uyum olduğunu söyler. Bu bağlamda genç ve geç yaratılarıyla insanlığa ölümsüzlüğün ezgilerini sunan; henüz otuzlu yaşlarındayken soluğuna veda ettiğinde, cenazesinin bilinmeyenler çukuruna atıldığı Wolfgang Amadeus Mozart’ı selamlamak, yazımıza konuk etmek, ge(n)ç yaratıyı bir de onunla düşünelim istiyorum.

 Peşine düştüğümüz “Geç ve Genç Yaratı” izlerini birbirine karıştıracak olan Amadeus, henüz üç yaşındayken klavsen çalmaya, beş yaşında senfonik yaratılar vermeye başlamış. Yaratılarının “Genç” yaşları sayacağımız beş yaş ve devamını göz önüne aldığımızda yaşamının ve yaratılarının da sonu olan otuz beş yaş ve hemen öncesini de “Geç” yaratılar dönemi olarak algılarız ki her iki döneme sığdırılan altı yüzden fazla yaratı bugün tüm coğrafyaların konser salonlarında, müzik akademilerinde, konservatuarlarında, elimizin altında, ruhun derinliklerinde varlığını, ölümsüzlüğünü sürdürmektedir. Müziğin iç içe geçmiş zorlu kuralları, biçim-biçem bağlamında boğuşulan armonik yapısıyla, bir çocuğun oyuncağıyla oynadığı gibi eğlenerek günümüze ulaştırdığı ve insanlığa armağan ettiği yaratılarının kodlarına, derinlerine, yaratım sürecine yaklaştığımızda: İlhan Berk’in “Şiir Cehennemi”ne benzer bir cehennemin kapılarına ulaşırız. Sevgili Amedeus, ölümsüzlüğe selamla, otuz beş “Ge(n)ç” yaşında insanlığa veda ederken olgunluğun deminde onlarca yaratıyı genç yaşında ölümsüzleştirmiştir. Müziğinde Avusturya halk dans ve ezgilerini içselleştiren Amadeus, ezgi ve armoni zenginliğiyle donanmış ortak duygu ve düşünceleri, izlenim ve tasarımları derin anlatım inceliğinde bizlere sunmuştur. Operalarına toplumsal eleştiri katan Amadeus’un yaratılarında çağının özgün stil ve akımlarını buluruz. Bu genç, yaratıları ve coğrafyasındaki duruşuyla, Fransız Devrimi’ni hazırlayan düşünce ortamından etkilenerek, insanların özgürlüğüne eşitliğine inanarak müzik tarihinde “Aydınlanma” felsefesinin temsilcisi olmuş; taşıdığı genç ruhu onu Avrupa Müzik Tarihinde, bir soylunun korumasında kalmayı reddeden ilk müzikçi de yaparken, yozlaşmış, akla uygunluğu tartışılan feodal düzene duyduğu nefret ve yaratılarıyla bir müzik Voltaire’i olarak on sekizinci yüzyılın eleştirici zekâlarından biri haline getirmiştir.



 Sonuç olarak: Yaratı sürecindeki öykünme temelinden hareketle genç yaratının olgun deme ulaşması, yaşadığı çevre ve koşullarını anlama ve anlamlandırmasıyla ilintili. Kaygısı ve itirazıyla aklın koridorlarından geçerek özgürleşen, olgunlaşan öznenin sanatında, sınırlamalardan uzak, tüm biçimlerde var olan diyalektik gerilimle ilişkiye giren yaratı, gerilimin içselleştirilmesiyle olgun deme ulaşır ki bu demde kurulan dille okuduklarımız, izlediklerimiz, dinlediklerimiz bize: “İnsan” olduğumuzu anımsatır. 

* Bu yazı: AKKÖY EDEBİYAT DERGİSİ'nin
"Geç Genç Yaratı" konulu Dosya'sında 2010/59. sayısında yayımlanmıştır. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder