SUSMANIN ÖTESİ
“Sevgili Hakan Cem, ‘Susmanın Ötesi’ için düşüncelerimi şöyle özetleyebilirim:
Kitapta hoşuma giden epeyce ‘üçlük’ler gördüm. Kısa sürede şiirinizin geliştiğini söylemeliyim. Örneğin: 63. üçlük, 65.üçlük, 45, 95, 98, 99 (…) Şiirin kendisinin sizden istediğiyle yetinin. O sesi (şiirin) dinleyin. Kendiliğinlik ağır bassın. İçtenlikle selamlar…
“…ilk yapıtla unutulmaz bir şiir şöleni. Bir şair: “karıncaya bahçe kapısını araladım” derse Susmanın Ötesi’ndeki şiirleriyle Hakan Cem’e kulak verelim, derim. Güneşin gürültüsü sabah sabah, deniz fenerinin yolunu gözlediği yolcu, yaşlı balıkçının yüreğindeki deniz, balıkçının kedisinin kurduğu sofra, yaprağın ardında bıraktığı boşluk… oya gibi işleniyor şiirin açık bağrına. İnce bir hüzün, sıkı süzgeçten geçmiş bir duyarlık, doğayı bir projektör gibi tarayan bir çift göz nurunun emeği Susmanın Ötesi. (…) Dünyada ne olup bitene kulak veren bir şairle tanıştırdı beni “Susmanın Ötesi”ndeki şiirler.”
“…şiirin hamurundaki genel temaya bakınca Cem’in, dünyayı ‘bahçe’ gibi algıladığını anladım. O doğal bir gezgin. Belli bir coğrafyası yok. Yüreğini bahçesinin tam merkezine almış, oradan her türlü eylemi kuşbakışı görebiliyor. İnsanlara, barıştan, dupduru yaşamaktan, emeğin, aşkın ve paylaşımın erdeminden söz eder. (…) Sonsuz bir yaşam sevdalısıdır Cem. İnsanla doğa arasına giren her engel viyolonsel kuşunun akordunu bozar, geleceğini tarumar eder. Bu yüzden Cem’in şiirleri birazcık yergiseldir, ‘biz’ kokuludur.”
“…duyarlığı sonsuz kıvrımlar ve yükseltiler gösteren Hakan Cem, duru, yalın fakat içerisine daldığınızda orkestra gibi zengin ses çığlıkları çıkartan bir ses zembereği. Atak ve etkili. Bazen keman kadar tiz bir telden yaralıyor. Bazen piyano kadar içimize tuştan nağmeler bırakır biçimde birikimli. Hakan Cem, seyreltilmiş, yalınlık kokusu fazla olan dizelerdense yoğun ve dolgun dizelerde daha doğru göründü bana. ‘Öpücük Damlası’nı bir senfonik şiir olarak dinlemek de işin cabası…”
“…bir sevgi insanı olan Cem, Öpücük Damlası’nda, içinde yaşadığı toplumun sevgisizliğinden ve duyarsızlığından yola çıkıyor. Onun kurguladığı şiir dünyası, tanımadığımız başka bir dünya değil aslında. Yaşadığımız dünyanın, daha iyiye varabilme ereğine ancak sevgiyle varılabileceğine inanan bir şair olduğunu anımsatıyor her dizesi bize. Oysa bugün, sevgisizliğin varoluşu, şairi derinden üzüyor; acı çekmenin insanı nasıl derinden yaraladığını anlatmaya çalışıyor. Cem’in şiirlerinde, gerek dize yapısı gerekse şiirlerinin tümüyle kurulumunda insana çok şeyler söyleyebilen etkin bir anlatım var sanki… (…) Şair, kısa ama etkileyici dizeler kurmanın peşinde. Onun şiirlerinde her dize başlı başına bir şiir. Behçet Necatigil: ”Bazen bir şair, kısa ve tek şiiriyle, bir başka şairin yüzlerce şiirini yok edebilecek kadar güzel şiir yazabilir” demiştir. Anlaşılan Hakan Cem’de Necatigil’in izinden yürüyen şairlerimizden biri…”
“Öpücük Damlası, içsel yolculuğumuzun öteki adı olabilir! Cem’in şiiri ya dingin bir ortamda geziniyor, ya da gezindiği ortamı dinginliğe ulaştırıyor. Sözcüklerin değerini biliyor, okşuyor adeta onları. Sonuç ne olursa olsun, her biçemde olgun bir şiiri koşturuyor şair, anlamı derinleştiriyor. Salt doğayla değil, gezegensel bir barışıklığı var. Her şeyi sevgi taşkınlığıyla yorumluyor. (…) Şiir kulağı ile müzik kulağını ustaca çakıştırmış; sözcük ile ritim arasındaki ilişkiyi iyi kavramış. Cem, elbette ‘şiir olsun’ diye değil, insana değsin çalışıyor dersine. Şiirle insanın kesiştiği yerde arıyor benliğini. Öpücük Damlası’yla duyumsanır bir sıçrama içinde buldum Cem’i!”
Sırtını güneşe, aya ve yıldıza dayamışlığı, ışığa sada-katle bakmışlığı vardı. Seslerin uykusunda düşleriyle kol kola dolaşır; diyeceği pek çok şeyi gözleriyle der; kendini bilmek için ilk yaprağın sapsarı düşmesini beklerdi!
(…)
Uzun, zorlu bir ritüeli tamamlarcasına kendi etrafında ustalıkla dönerek ışığı taşıyan mumu eliyle ölüm gibi söndürmüş; el ele verdiği düşleriyle, durduğu huzurda: “Kendine zarar verecek kadar iyi olmamalısın!” demişti. Derinler katında uyuyan gözlerin ateşini de oracıkta, bir çırpıda tutuşturmuştu…
Kalemin fısıltısıyla yetinip sustum! İçimize yürüyen, yün yumaklarına benzeyen bulutların altında rüzgârı dinlerken: “Güneşin elleri” dedim kendime, “…elleri vardı bir yerlerde, mora çalan gökyüzüyle hüznün kaldığı… Oralarda olmalı, ihtiyar balıkçının kovasından çıkardığı, rüzgârın ellerinde saçları dağılan küçük bir çocuğa verdiği yosun başlı, yalnızlık giyinmiş mesel taşı! Evin yolunu birlikte tutmalılar. Birlikte. Böyle olmalı.” dedim kaleme, fısıltıyla.
Sustum.
ÇINARIN GURURU GÖLGESİDİR'e MEKTUP VAR.
Sevgili Cem,
İTALİKLER'le vurguladığınız bölümlerde, açılıp uçmayı bekleyen epeyce bir ŞİİR var; âcizâne, iş edinmenizi dilerim,
ki su kadar yumuşak olmak, size bahşedilen güçtür cümlenizde epeyce bir kaldım; kezâ, "biz"in sesidir, "biz"i bulursunuz kavramlaştırmalarında da.
Güzel sularda, güzel balıklar avlıyorsunuz, ve bölüşüyorsunuz... ne güzel!..
Sevgiyle, kolay gelsin!..
BEDİRHAN TOPRAK/ NİSAN 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder