İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Viyolonsel Sanatçısı olan Cem’in, Susmanın Ötesi adlı Haiku tadındaki dosyası 2003 Arkadaş Z. Özger Şiir Yarışması’nda finale kalarak “Anılmaya Değer Dosya” olarak kitaplaştı. Sina Akyol ve Coşkun Yerli ile "İnsan Halleri"ni dert edinen ve kısa şiirlerden örülü RENGA şiir zincirinde yer alan Hakan Cem’in ikinci şiir dosyası Öpücük Damlası (2007) ile bir anlatı dosyası olan Çınarın Gururu Gölgesidir (2013) Yitik Ülke Yayınları’nca kitaplaştırılmıştır. 2014 yılında yayımlanan Ölüler İçin Kılavuz adlı şiir kitabıyla 2014 S. Arısoy Şiir Ödülü'nü aldı.


Yapı Kredi Yayınları'nca yayımlanan: “Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar” ansiklopedisinde de yer alan Cem’in yazı ve şiirleri bugüne kadar: Kitap-lık, Yasakmeyve, Özgür Edebiyat, E, Akatalpa, Son Kişot, Pitoresk, Şiiri Özlüyorum, Kurşun Kalem, Deliler Teknesi, No Edebiyat, Akköy Edebiyat gibi edebiyat dergileri ile Haydar Ergülen yönetimindeki Artful Living sanal edebiyat portalında da yayımlanmış, yayımlanmaktadır. Bazı Şiirleri Fransızca'ya çevrildi.








Translate

7 Ekim 2013 Pazartesi

ELMA’NIN TADI*



ELMA’NIN TADI


               Söylenceye göre ilk birliktelik Adem ve Havva ile başlamış. O gün bugündür birlikteyiz! Cennetten kovulmamıza neden olan Elma’nın tadı ise hâlâ damağımızda! Erkeğini yaratan kadını erkeğinin yaratması ya da kadınını yaratan erkeği kadının yaratması ikilemi içinde ekşi bir elma tadı var damaklarımızda. Yaşam boyu birbirlerini tamamlayan bu iki cinsten biz erkekler, “egemenlik” korkumuz yüzünden kadınların doğamızdaki tamamlayıcı niteliğini yüzyıllar boyu yok saymışız! Onlarsız yapamadığımız gibi kendimize yarattığımız dünyayı da onlarla paylaşmamışız. Oysa birbirimizi yaratanlar olarak varlığımız doğaya ait değil mi? Kadından erkek, erkekten kadın, kadından erkek... Adem ve Havva’dan bugüne kendimizi yaratarak gelmedik mi? Bizler Tanrı’nın bizlere armağanı değil miyiz? Evrenin boşluğundaki masmavi yerküremizde var olmak, soluklanmak adına, Tanrı, kendine ait “yaratma” gücünden, kadın-erkek bize yetecek kadar yetki vermedi mi? Yardımını esirgedi mi? Bizler onun bir parçası iken, biz erkekler gibi verilen yetkiyi kullanan diğer cinsi, kendimizden neden ayrı tutarız?


  Onlarsız yapamıyoruz. Onlar da bizsiz! Erkeğini yaratan kadını erkeğinin yaratması ya da  kadınını yaratan erkeği kadının yaratması...



 Biz erkekler hangi özelliğimizle farklıyız? Spermlerimizle mi? Kas gücümüz, yoksa sakalımızla mı?! Ya da sesimizin kalınlığıyla! Müzik bilimindeki tanımı ile “Tenor” “Kontr Tenor” sese sahip olanlar farklı cinsten mi? Ufak tefek yapılı olanlarımız erkek değiller mi? Köse olanlarımız! Peki kadınların bizden farkı ne? Olağanüstü sezgi gücü! Döllenen yumurtayı aylarca içlerinde besleyip büyütebilmeleri! Zamanı gelince o yüzümüzü, dudaklarımızı dokundurmaktan, açıklaması çıkmaz bir sokak gibi tanımı imkansız bir zevk aldığımız memelerin süt verebilmeleri! Yoksa yaşamımıza zerafeti sokmaları mı? Kim bilir? Hiç biri, kim bilir! 

  Bizler doğanın canlıları olarak birbirimizi tamamlayanlarız. Biz erkeklerin varlığı onlarda, yani yaşamın bizim için tadına doyamadığımız acıların sahibi kadınlarda, onların ki ise tüm benlikleri ile hissettikleri bizde... Bizse var oluşumuzdan bu yana onları aramıza fazla sokmamış, sözlerine kulak asmamışız. Burnumuzun dikine gidip onlara söylemediğimizi, yapmadığımızı
bırakmamışız!



  Eski Yunan’da komedya ustası Aristophanes: ”Bu cadılarla yaşamak olanaksızdır; ancak bu cadılar olmadan yaşamak da olanaksızdır.” diyor aydın kimliği ile! Başka bir aydın kimlik, ünlü Fransız yazın insanı Guy de Maupassant: “Madem ki kadınlar haklarının verilmesini istiyorlar, onlara bir tek hak tanıyalım: Beğenilme hakkı.” derken aydınlandığı ışığı kadınından neden esirgiyor?!



  Ya günümüzün aydınlarına ne demeli?! Agnes Mıchaux’un “Kadın Düşmanı Sözlük” adlı kitabında Jacques Chirac 1978 de  ideal kadını: “Benim için ideal kadın, Correze bölgesinin kadınıdır, yani eski zamanların çok çalışan, erkeklere sofrada hizmet eden, ama kendisi asla onlarla sofraya oturmayan ve konuşmayan kadını”  diye tanımlar! Yüzyılların susturulmuşluğu ile yaşamdaki yeri hizmetten öteye geçirilmeyen alınları öpülesi kadınlar... Önceleri çevrelerinde pervane olduğumuz sonra da susturduğumuz kadın-lar... İlk çağlardan bu yana iş bölümü yapmışız.

Avlanmaya giderken, sonraları tarlaya, fabrikaya… Hep onlarla paylaşmışız var ettiklerimizi.  



 Haydi itiraf edelim! Tanrı’nın sunduğu zerafetlerini güçsüzlük diye nitelendirip yüzyıllar boyu onları ev işlerine kapatmadık mı? Erkekliğimizde heyecan bulan o bedenleri, beynimizin örümcek ağlarıyla bir çırpıda örmedik mi? Ve hâlâ örmüyor muyuz? Biz erkeklerin kadınlarımızla bir kerelik aşktan sonra cinselliğimizin yenilenmesi dakikaların esareti altına alınırken, onların aşkları birden fazla sürebiliyor diye yüzyıllar boyu onları güvensizliğimize kurban edip bekâret kemerine mahkum etmedik mi?



Tarım kültürünün egemen olduğu dönemlerde toprak üstündeki her şey ki bunlar ürün, hayvan, insandırlar: Batı’da Lordların, Doğu’da toprak ağalarının sahipliğindeydi. Ağaların malı olarak kadınlar evliliklerinin ilk gece hakkını, bekâretlerini eşlerinden önce onlara vermek durumunda kalıyorlardı! Ah bu ne utanılacak bir haktır ki biz erkeklerin, doymak bilmeyen açlığında, kadınların kutsal saydıklarını ellerinden rızaları olmaksızın almışız…



  Kadın ve erkek! Kedi ve köpek! Aslında köpektir kediden korkan, kedinin pençesindedir köpeğin varlığını anlamlandıran koku alma duyusu. Köpekse korkular içinde yalnızca kaba kuvvetini gösterir kediye her seferinde ve çoğu zamanda kedi geri püskürtür köpeği...



 İnsanlığın aydınlanmaya çalıştığı şu günlerde kadınlar, kendilerini yüzyılların her gününden ayrı ayrı var ettiler. Tıpkı söylencedeki, kendi küllerinden kendini yaratan Phonix kuşu gibi! 

  Erkeğini yaratan kadını erkeğinin yaratması ya da kadınını yaratan erkeği kadının yaratması ikilemi içinde ekşi bir elma tadı var damaklarımızda!


* Bu yazı, No Edebiyat Dergisi'nin 2008/ 3. sayısında yayımlanmıştır. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder