Bilgiyle, bilginin yarattığı
ışıkla yol alınan yaşam pratiğinde bencillik, ihtiras, kin gibi duygularımızdan
arınmak isteriz. Ruhumuzda yalınlığı arayarak iyi kullanılmış günün her ânıyla
adımlar atan bizler, güzeli arıyoruz. Bu arayışta aklımız, yüreğimizin
derinliklerinde bulduğumuz gücümüz ve ruhumuzun dengesi olan güzellikler öncümüzdür.
Sanat kavramına yakın duruşumuzla, içimizde, ruhumuzun derinliklerinde bir
yerlerde gizlenmiş, bulunmak için bekleyen o yaratıcı enerjiyi keşfederiz.
Biricikliğe yol gösteren, asırlar boyu güzellikler yaratmaya, güzelliklerden
yararlanmaya yönlendiren sanat kavramı, öznenin var oluşundan başlayarak
ayrılmaz parçası olmuştur. Yaşam pratiğinde düşünce, ahlak ve sosyal alanlarda
ilerlemeye, kendimizi tanımaya, bilgilenmeye, kendimizi olgunlaştırmaya koyulurken
karşılaştığımız sanat kavramında “Aklı” buluruz. Sevgili Yazar dostum Haluk
Işık’ın dediği ve “İLE Edebiyat Dergisi”nin Ocak-Şubat 2006 tarihli sayısında
da yazdığım gibi: Sanatın, özneye bir
yandan estetik ve düşünsel boyutlar kazandırdığı, bir yandan da kendiyle yüzleştirerek
değişim-dönüşüm için cesaret, güç verdiğini görürüz. Sanat bu işlevini: “Haz”
duygu ve beğenilerini geliştirerek, özneyi daha duyarlı, uyumlu kılarak yerine
getirir. İşte tam da bu noktada karşımıza “Güzellik” anlayışı çıkar. Haz
alma aracı olmasının yanı sıra sanat: Bilgilenme aracıdır da! Sanat yoluyla soluklandığı dünyayı anlama ve
anlamlandırma sürecini yaşayan özne, bu yolda onun bir parçası olur. Elbette ki
sanatın her zaman için toplumsal boyutu ve devrimci amacı da vardır. Sanat
üreticisi, var olandan duyduğu sürekli kaygı, yetinmeyişliği, farklı olana
yelken açışıyla geleceğin habercisi, bugünün yargılayıcısıdır da! Bu eylemleriyle
sanat üreticisi geleceğe yönelik istek ve umutları, beklentileri canlandırıp
yansıtmayı sanat yoluyla olanaklı kılar. Böylesine bir gücü ve yaratıcılığı
sanatın tüm disiplinlerinde buluruz. Sanat üreticisi ve tüketicisine düşen
görev: Onu biricik kılmak, ucuzlatmamaktır!
Takındığı semiyolojik tavırla sembollere
bürünen ve yedi sesi üreten; ritim öğesi öznede düzen ve ölçü, ezgi öğesi de
dostluk ve birlik duyguları yaratan “Müzik” ve “Müzik-Edebiyat” ilişkilerinin günümüzde vardığı anlam kaygısına, bu sanatların derinliklerini de dikkate alarak
göz ucuyla yakınlaşmaya çalışacağım. İnsanoğlu iki ayağı üzerine kalktığı,
elini kolunu kullanmaya başladığı günden bu yana kültürel etkinliklerde
bulunmuş, avına yaklaşırken çıkardığı ses, tarlasını sürerken güç bulma
anlamında geliştirdiği ritim duygusu ve sesleri, rüzgârın, denizin, kuş seslerini
sesinde yinelemesi, taklit etmesi, ezgilerin doğmasındaki ilk adımlar olmuştu.
İlk çalgı insan sesiydi! İnsanın içinde, derinlerinde, bulunduğu ortama uygun
yansıttığı, içinde var olan ses! İnsanoğlu sesini kullanabilmeyi, nesneleri birbirine
vurup ses yaratabilmeyi, hayvan kemiklerine üfleyip sesini gürleştirmeyi
başardığında müzik tarihi de günümüze doğru yola koyuluyordu. Antik çağlarda
dans, ses ve çalgılarla her çeşit törenin vazgeçilmez konuğu müzikti. Yaşamın
düşündürücü, duygulandırıcı, devamla tüm alanlarında her zaman karşımıza çıkan
müzik. MÖ 300-500 lerde müzik, toplumları bütünüyle etkisi altına almış, sevinç
ve hüznün ifadesinde önemli yer tutmuştu. Helenistik dönemde müzik, dans, şiir,
dinsel törenler iç içe geçmiş bir bütündü. Sonraları insanoğlu o gün içinde
bulunduğu ruh haline uygun, doğayı yansıtan, yalnızlığını dile getiren, doğa
güçlerine tapınma eyleminde mırıldanan, tepkili anında çığlıklar atan,
sevincinde neşeli, zorda hüzünlü ezgiler
yaratmış, içinde bulunduğu kültürel davranışı müzik bağlamında günümüze dek
ulaştırmış, geliştirmiştir.
Müzik sanatında bugün anlam
üzerine sürdürülen tartışmalarsa yüzyıl boyunu aşarken sonuca ulaşmaktan çok
öteye savrulmuştur. Anlam, dış dünya ya da bireyin derinindeki gerilimler,
kırılmalar, hüzün ve sevinç dalgalarının dışa vurumu olarak kendini tanıtsa da
asırlar boyu ideolojik ve felsefi düzlemde takındığı tavır nedeniyle onu
tanımakta güçlük çekenler bugün hâlâ çoğunluktadır. Karşıt görüşler
çerçevesinden baktığımızda müzik: Öznenin davranışları ve duyguları bağlamında
etkisini ve doğrudan ifadesini savlarken, diğer görüş çerçevesinde de anlamdan
uzağa savrularak bilgi, ifade, bilinç üretmez, sunmaz. Müzik, duyguların
harekete geçirilmesiyle hazzın duyusal coşkusu özne tarafından hedonist
yaklaşımla tüketilir. Karşımıza birdenbire dikilen yedi sesten başka, majör
minör tonlar esasında tizden pese yayılan onca sesin bir araya gelişi, bu
seslerin dışa vurumu, yorumlanması, sanat alıcısının akıl koridorlarından
süzülmesiyle anlama dönüşmektedir. Aklın yolundan geçerek anlama dönüşen bu
sesler, bir dil de eriyerek ruhumuzun derinliklerinde boy verecek hazzı,
coşkuyu filizlendirir. Eridiği bu dil, müziğin yenilenmesi, yanı sıra
yinelenerek üretimini, paylaşılabilir gerçeğini ortaya koyabilmektedir.
Tüketici özne kendisine sunulan seslerle estetik düzeyde iletişim içinde olur.
Sesle verilenleri algılama ancak o dil ve tüketici öznenin etkileşimiyle
mümkündür. Düşünceyle olan ilintisi nedeniyle duygu, derindeki sessizliği bozma,
umutsuzluğa başkaldırı, değişim ve dönüşüm için cesaret kaynağıdır. Bu kaynak
aynı zamanda tüm sanat ürünlerinde ve üreticilerinde şeyleşmeye de yol açar.
Müzikte de bu şeyleşme dönüşümün ötesinde yer alarak bir biçim değiştirme,
başkalaşmadır. Şeyleşmenin öncesinde yer alan düşünce bireyin becerisi
aracılığıyla ortaya kalıcı nesneler koyan uğraşıyı tetikler. Bu uğraşının
uğrunda ödenmesi gereken bedelse yaşamın kendisidir. Bu diriliş, kaçınılmaz
olan ölümle ilintilidir. Müzik ya da farklı sanat ürünleri olsun içeriğinde var
olan ve üreticisinin de derinindeki yaratıcı duygunun sınırında yer alan ölüm, öznenin
yazgısı olurken, dirilişin, başkalaşımın da ifadesidir.
Müzik sanatındaki anlam tartışmaları, derininde müzik-edebiyat
birlikteliği sorununa da el atar. Formalist tutum: Müziğin anlam ve dışa vurum
tavrını reddederek müziğin bir dil olmadığını savlar. Hele ki gerçek bir dil
olan edebiyatla bir araya gelemeyeceğini, birleşerek yenilikler
yaratabileceklerini kesinlikle düşünmez. Bu düşüncenin reddedildiği karşıt
görüşteyse müzikteki anlamlandırma ve dışa vurum edebiyat dilinin
birlikteliğiyle semantik bir güce dönüşecektir. Müzik-edebiyat birlikteliğinden
ortaya çıkan güçse bir dildir. Bu birliktelik, geride kalan satırlar arasında
ifade bulduğu gibi: Aşılan yüz yıllar boyunca batı uygarlığı içerisinde yakın
ilişki içinde süregelmiştir. Müzik ve edebiyat, ilişkilerinde tüketicisini aynı
noktada buluştururken aynı zamanda farlı yollara da savurarak gerilim
yaratabilirler. Yazarın, müzik adamının dili gerilim yaşar! Kullandıkları
malzemeler ses ve söz, diğer sanatlara karşın en az maddeci tavrı takınırlar.
Takınılan bu tavır nedeniyle müzik ve edebiyatta şeyleşme diğer sanat dallarına
oranla daha az ifade bulmaktadır. Müzik ve edebiyatta boy veren olağan üstü bir
yetenek, deneyim, bilgi birikimi doruğa ulaşmadan kabul edilebilir bir
yetkinliğe ulaşabilse de resim, mimari ya da heykeltıraşlıkta hal böyle
değildir. Göz ucuyla baktığımız zaman: İnsanın kendisi bağlamında kabul gören
ve dil işçiliğiyle ürün veren edebiyat sanatı kendisini esinleyen düşüncenin
yakınında yer alır. Üretilende kalıcılık üretilenin yoğunluğuyla ilgilidir. Bu
yoğunlaşma gündelik dilin oluşturduğu yoğunlaşmanın sınırında taşıdığı
şiirselliktedir. Yazar, okurun belleğine işçiliğini mutlak kendi üstlendiği söz
yapısının yanı sıra ritim öğesiyle ulaşır. Yazarın kalıcılığıysa insana olan
yakınlığıyla ilintilidir. Bu ilintiden hareketle müzik-edebiyat ilişkisinde
yazar ve onu okuyanların belleğine sunulan ürünün kendisi, istenileni, olması
gerekeni sunarken, ölümsüzlük sınırını da zorlar. Bireyin yaşamı boyunca
tekrarladığı düşünme eylemi boyunca bu tekrarlarda eyleminin anlamı
sorgulanırken yaşamın kendisi de sorgulanmaktadır. Müzik, edebiyat ya da diğer
sanat dallarında olsun sanat üreticisi ürettiğinin: Bireyin duyularının
algılayacağı nitelikte olmasına, uyarıcı, doyum verici, akıl için
besleyici, biçimlendirici ve yüceltici
anlamlar katmasına yol açmalı ve yukarıdaki satırlarda yer aldığı gibi düşünme
eyleminin yanı sıra yaşamın anlamı konusunun da sorgulanmasına imkân
kılmalıdır. Asırlar boyu ve günümüzde tüm sanat ürünlerinin sorgulamaya, aklın
koridorlarını aşındırmaya, anlama yönelik bu tavrı iktidar çevrelerince her
dönemde, toplumlar için tehdit oluşturduğu yönünde dillendirilmiştir. Bu
anlayışın acımasız sonucu olarak antik çağdan bu yana sanat üreticisi toplum
dışına savrulmuş, itilip kakılmıştır. Ne de olsa bir sanat yapıtı, bireydeki
tüm dengeleri tehlike sınırına taşıyacak fırtına sonucu filizlenir.
* Bu yazı, Deliler Teknesi Edebiyat Dergisi'nin 2007/5. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder