İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Viyolonsel Sanatçısı olan Cem’in, Susmanın Ötesi adlı Haiku tadındaki dosyası 2003 Arkadaş Z. Özger Şiir Yarışması’nda finale kalarak “Anılmaya Değer Dosya” olarak kitaplaştı. Sina Akyol ve Coşkun Yerli ile "İnsan Halleri"ni dert edinen ve kısa şiirlerden örülü RENGA şiir zincirinde yer alan Hakan Cem’in ikinci şiir dosyası Öpücük Damlası (2007) ile bir anlatı dosyası olan Çınarın Gururu Gölgesidir (2013) Yitik Ülke Yayınları’nca kitaplaştırılmıştır. 2014 yılında yayımlanan Ölüler İçin Kılavuz adlı şiir kitabıyla 2014 S. Arısoy Şiir Ödülü'nü aldı.


Yapı Kredi Yayınları'nca yayımlanan: “Tanzimat'tan Bugüne Edebiyatçılar” ansiklopedisinde de yer alan Cem’in yazı ve şiirleri bugüne kadar: Kitap-lık, Yasakmeyve, Özgür Edebiyat, E, Akatalpa, Son Kişot, Pitoresk, Şiiri Özlüyorum, Kurşun Kalem, Deliler Teknesi, No Edebiyat, Akköy Edebiyat gibi edebiyat dergileri ile Haydar Ergülen yönetimindeki Artful Living sanal edebiyat portalında da yayımlanmış, yayımlanmaktadır. Bazı Şiirleri Fransızca'ya çevrildi.








Translate

3 Ekim 2013 Perşembe

SÜR(G)ÜN!*



                                                                    Dar ve uzun bir sokaktır sürgünlük…

Düşünüyorum. Öyleyse sürgünüm: Kendimle çatışmaya; kendime yabancılaşmaya!

Gücü elinde bulundurmak pek çoğumuza yeterli gelmiyor günümüzde. Yanı sıra bireyin yüreğini, beynini, ruhunu da ele geçirmek istiyoruz. Bunu da vahşi bir hayvanın avını yemeden önceki duruşuyla betimliyoruz: Pençelerimizi uzatıyor, yalanıyoruz, yalanıyoruz…  

Korkmalı! Karşı olanlar, küçümseyenler, kullananlar... Ne kalabalık, ne kalabalık! Düşünmeye, sorgulamaya uzak duranlar, ezilmeyi, yenilgiyi hemencecik kabullenmeyi ilke edinenler, karşılarında düşünsel plandaki muhalif kimliklerini koruyarak dimdik duranlara: Mızıkçı! diyorlar. Sancılarla doğan her yeni düşünce, alıcısına ulaşamadığı sürece ölüme: Sürgüne gider. Sürgünle eksiliriz, azalırız! Oysa yeni düşünceyi sürgün etmek yerine, eskiyle, bilinenle harmanlayarak farklı bir kapıyı aralayabilir, itelendiğimiz yeni dünyaya yelken açabiliriz. Öte yandan, yalnızlığın iç denizlerindeki kararsızlığımızdan, 
sıkıntılarımızdan, inançsızlıklarımızdan, sevgisizlikten öte kayboluşumuzdan bizi ancak dil, dilimiz kurtaracaktır. Dil, karanlığın derinliklerinde de yaşamını sürdürebilir! Düşüncelerle, imgelerle, sözcüklerle insanı savurabilir… Sisin tüm yoğunluğuyla çöktüğü dar patikalardan geçerek ulaşılan zirvede, ayaklarımızın altına serilen o sonsuz kışkırtıcı güzelliklerin sesidir dil ve elbette ki söyledikleri… Okuma eylemiyle bu söylenenleri dinlemek, bireyi kendisiyle yüzleştirir, tartıştırır. Yaptığımız okumalarda çağın ötesini sorgulamak, günümüze oradan bakmak, öyle yargılamak  ve ötekiyle boğuşmak sonsuzluğunda yol alırız. Dili kurarak, yaşam ve ürettiklerimiz arasındaki etkileşimle, bilinenle, yetinmemeyi öğrenir, bizden sonrakilere de bilinçlenme bağlamında bulduğumuz yeni izleri ulaştırma çabası içine gireriz. Edebi bağlamda dil ve söylediklerini dinleyip okuttuğumuzda: “İnsan” olduğumuzu hatırlar, hatırlatırız… Kendine dayanamayan, kendiyle barışık olamayanlarsa, okuduğunu yazarıyla birlikte buruşturur atar: Sürgün eder! Öteden gelen sesin susturulduğu andır bu ve insanlık tarihi boyunca hep böyle ola gelmiştir. İktidar ve mutlakiyete karşı ses vermiş tüm diller  sürgüne: Uçsuz bucaksız yalnızlığa, sessizlikler içindeki ölüme gönderilmiştir. Sürgünde, geçmişi, geride kalanları yaşamaya dönüş vardır. Günler geleceğe değil, geçmişe, geriye dönüşe akar. Özlemdir sürgün. Çürümedir de: Zamanla çözülme, yozlaşmayla boy veren bir çürüme… Ait olmadığınız göğün altında yabancılaşma, kök saldığınız, dallanıp budaklandığınız topraklardan savrulmadır. Ötekini yaşamak üzere acıya, ıssızlığa yolculuktur. Sürgünün gözleri rüzgârlıdır! Bazen bu rüzgârlar dinmez, bazen de yerini benimseyişe, dingin zamana bırakır. Düşünce ağacından koparılan filizdir; yürüyüşüyse sonbahar yaprağını andırır! Anılarınızı, düşlerinizi, belleğinizi bıraktığınız coğrafyadan silinmedir. Sürgün: kuşkulanılandır! Kimlikte yıkımdır, al aşağı edilendir… Sürgün edilen kadar, kalanı da yakından ilgilendirir sürgünlük, çünkü sürgün: Giden ve kalandır! Her an dönüşe hazırdır. Oysa köküyle birlikte savrulana, gittiği yoldan dönüş şer kılınmıştır. Kalanı da böyle etkiler. Sürgünlük, zamanla yeni zenginlikler getirir de bu önceden sezilmez, bilinmez. Bilinemez! Sürgünün yüzüne, göğünü yurt edindiği yeni coğrafyasının kokusu, rengi, havası, kısaca oradaki doğa siner. O, yeni biridir aslında! Vazgeçilmez olan: İç sürgüne düşmemek, oracıkta kurumamaktır; düşünmekten, düşündüğünü söylemekten, direnmekten, dile gelmekten… Aksi: Ölümdür! Sürgün her an uzaklara bakar, oraları, oralarda alıştığı sesleri, sokakları arar durur… Susturulmuş olanların sesidir o! Sürgünün yanı başı boştur, üstü başı, çevresi ıssızdır. O susmanın ötesinde durur! Bireyin kendine yolculuğudur sürgünlük. Yol aldığı yerler, baktığı, gördüğü her şey yorgundur! Mezarların suskunluğu yeşerir sürgünün yüreciğinde! O, kavuşmanın kıyısında yaralıdır. Şöyle de sorabiliriz: Yüreğimizin, kıpır kıpırlığımızın, coşkumuzun: Yaratıcı coşkumuzun kuş kafesine kapatılması değil midir sürgünlük?! Aynı zamanda göze alışların yurdudur da. Uzak gülüşleri olan sürgün!.. Çatışma, direnme, diretileni kırma iradesiyle çıkılır sürgüne. Sürgünün düşleri sıra dağlar gibidir; günleriyse fotoğraf albümlerinde ağarır. Orası: Yüreği: Kalabalıktır! Onları uzak topraklarda bırakmıştır. Sürgün, sürgüne çıktığı, ardında bıraktığı coğrafyadan pek çok çığlığı beraberinde: Yüreğinde taşır ve yüreğindeki umut inanılmazın kanatlarıyla uçar durur… 

Sürenlerse: Baskıyı, şiddeti, zorbalığı evleri bilmişler, oradan soluk alıp veriyorlar…

SUNU: 
“Son gülüş kimsenin değil!”
diyor, John Ashbery:
“Ama bu evren neyin sundurması?”

ve ekliyor T.S. Eliot:
           “Zaman yıkıcı ise de zaman koruyucudur!”

 

 * Bu yazı, Deliler Teknesi Edebiyat Dergisi'nin 2008 / 7. "SÜRGÜN" dosya konulu sayısında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder